‘Biblo Hayat’tan Lalistan’a göç yolculuğu
Deniz Mahabad
İnsanın arayışının benzetmesi, “Hayatın bir anlamı var mı?” Bazen farklı zaman ve mekanlarda sorusuna cevap bulan, bazen de boşluğuna çare olmayan bir varlık olma eğilimindedir. Yaşadıklarımızın çaresizliği karşısında arayış öyküsünün içinde olamamak, öyküyü dönüştürememek bireyi anlamsızlığa sürükleyebilmektedir. Bu arayış, anne etinden kurtulduktan sonra etrafımızı saran her koşulun zamanla vücudumuzla birlikte bir et parçası gibi büyüdüğünün ve en çok karşılaştığımız çelişkinin bedenimizin içinde büyüdüğünün bilincine vardığımızda bir ömür boyu sürecektir. kişinin kendisi için değerli bir faktör olması bunun ötesinde bir gerçektir.
Ani, künt, tüketilebilir olan her şeyin ürkütücü yönleri hep olmuştur. Hayatın her alanında olduğu gibi sanatın da tüketilebilir yönleri vardır. Elbette bu yönde sürekliliği sağlamak zaman alıyor çünkü estetik (laboratuvar) ortamın koşuşturması hem kendini hem de yazarı tüketiyor. ‘Ben ne olacağım’ ve ‘Ne oldum’ sorusunun ortasında geçirilen süre, kayıpları ve kazanımları içerir. Ancak yazı dünyasında kendine yer bulan kişilikler kendilerini birden çok kez bilinçli bir seçimin ortasında bulurlar.
Bu açıdan hayatın anlamını sorgulamak için “varlık ve hiçlik” arasında dolaşan, ancak bu gezintinin mümkün olup olmadığı gerçeğine anlamlı bir anlam yaratarak ancak sanatla yanıt vermeye çalışan şairler vardır. dünyadaki yaşam. Bu noktada yaratmak/yaratmak, o anlamlı yaşamı ortaya çıkarması açısından insanı değerli kılar. Metin Aydın, anlam arayışındaki deneme ve şiir metinleriyle sıradan sıradanlıktan kurtulmasının mümkün olduğunu hatırlatır. Her kelimenin sesi yoktur. Ses veren söz, anlatacak bir amacı olanı bulur. Metin Aydın’ın yolculuğu da bu meraktan doğdu.
Edebiyatın çeşitli dallarında eserler kaleme almış bir yazardır. Deneme ve şiir alanında söz sahibi olduğu belli olan Aydın, şiirle daha yakından ilgilidir. Ancak edebiyatın farklı alanlarında ürettikleriyle insanın birey olarak ihtiyaç duyduğu her şeyin yegâne devamı olması niyetinden hareketle; bir arada var olma, ortaya çıkma ya da karşılıklı dayanışma biçimleriyle daha anlamlı bir sanat dünyasının hayalini kuran yazarlardan biri. Üçleme olarak kurguladığı üç kitabından ikisi ‘Biblo Hayat’ ve ‘Bisturi’ ile okuyucuya ulaşırken, üçlemenin son kitabı bekleniyor. Yazının gücüne inanan ve sözün metinsel boyutuna hayat veren ‘Biblo Life’ başlıklı denemeleri, sinematografik anlatımla bireyi içine aldığı yaşam çerçevelerine dönüştürüyor. Her yazar yaşadığı coğrafyanın dinamiklerini yazmaya başlar. Nitekim ‘Biblo Hayat’ yaşadığı şehirden başlayarak genişleyen bir yelpazede kendine yer bulan her hikâyenin diliyle hayat bulur. spektrum.
‘Bisturi’ çevreyle, yaşamla ve kendimizle kurduğumuz bir kayıtsızlık/duyarsızlık biçimini çağrıştırıyor. Kitap, bireyin rastgele bir nesne olmadığını tekrar tekrar hatırlatan fotoğraf düzleminde ilerliyor. Okuyucuya anlam arayışının maddi olmadığını anlatırken, insanların kendilerine özgü ritüelleri ve bireysel/varoluş ikilemini ayakta tutan bağları olması önemlidir. Ayrıca insanoğlunun her yönüyle bütünlüğe yakın bir yolu vardır, sadece iç âleme doğru olan yolculuk yetersiz kalır. Böylelikle hayatın karmaşık yollarından geçerken etrafımızda olup bitenlere karşı duyarsız kaldığımız basit bir yolculukla karşımıza çıkıyor. ‘Bisturi’, hayata kattıklarıyla sosyal bir varlığın hayattan çekilmesine ayna olmayı misyon görüyor. Hareketsiz varlıklar olmamızı dert ediyor, sade anlatımıyla insan kalbinin gözeneklerine kadar iniyor.
Kendi iç dünyasını deneyerek olası rotaları masasına getiren Metin Aydın, konunun özüne dönme ihtimali karşısında birçok ilişkiden ayrılmaya çalışır. Böylece Mustafa Aydoğan’la birlikte ilk baskısı Türkçe olan ‘Lâlistan’ şiir kitabının anadiline dönüş yolculuğuna başladı. Var olanın var olandan önceliği, insanın özüne dönüşün önceliğini gündeme getiren bir yaklaşımı ifade ediyor gibi görünüyor. Anlatıcı coğrafi bir araştırma yapmaz, bazen kaybolan bir coğrafyanın sesinde bulduğu insanlarla birlikte kaçmak ve birçok zorba güce karşı var olmaya çalışmak yerine, ötekileştiren güçle her türlü dayatmaya direnmeyi seçer. Sonuç olarak hem kendisi hem de ötekileştirici güç zarar görür ama hayatta kalmanın fiziksel ve ruhsal bir dönüşüme uğradığına inanır.
kara şiir
Birbiri ardına böğürüyor, zaman durmayacak
Söz bitti ey hayatım!
Nefes almak için dula sığındım
İçimdeki okyanusu alacak sihirli kelimeleri bul
o büyülü an bedenimi hapsediyor
hayatın basit koşuşturmacasından arınmış.
hayatın basit koşuşturmacasından arınmış.
Evrenin sessizliği nedeniyle bir anlam ifade etmeyeceğini düşünen Camus’ye haksızlık edilmemeli elbette ama evrenin sunmadığı anlam düşünüldüğünde karamsar insanların geleceğe dair inançları Aydın’ın şiirlerinde aranmalıdır. insanın dünyaya muhtaç bir varlık olarak kabul edilmesinin bir sonuç doğurmayacağı düşünülürse, onu tek başına bulmak zordur. Kalan mana çoğunlukla boşluğa düşüyor. Bilinçli bir seçim de olabilir. Herhalde anlatma zorunluluğu yazarı böyle bir arayışa itiyor. Süslü uzantıları olmayan kelimeler çok yaygın olarak kullanılıyor, toplumumuzda süslü kelimeler istemiyoruz.
Kırmızı
Bu, o evden kaçmak için son perdedir.
Gözlerini darağacına çıkardılar şimdi
titreme geceleri oldukça kırmızıydı.
Yanlış kanayan ölmeyi aşk bulsun
Ceylanın ölüsü misk kokar tabi
Nasılsınız ölümüyle büyüyen çocuklar, masallara mezar oldular.
Şiirin bazı duygu, düşünce ve cümlelerden ve hatta dilden oluşması gerektiği kabul edilir. Meğer şiir, olmamış ve olabilecek seslerin ve cümlelerin şekillenmiş halidir. İnsanın bugünün şartları tarafından bastırılmaması gerektiğini düşündüğü her konu yarın çok daha keskin hatlarla dönebilir. Aydın, şiirlerinde aralıklarla ve her fırsatta yaşadığı coğrafyada görmezden gelinen, kabul görmemiş bir kültürel derinliğe odaklanır. Horlamayı cümlelerinin temeli haline getiriyor. Ancak belirtmek gerekir ki, kendi coğrafyasıyla sınırlı olan sadece iç ses değildir.
Sonunda kurbanın dili olmayı başarır. Şiiri, şiire konu olan/olacak olanın kederini kazanır, insani sorunları içselleştirir. Bunu rastgele bir inat uğruna yapmıyor. Hayatın her alanında çaba ve dili pusula olarak kullanır. Bir anlatıcı olarak sessizlikten nasibini almaz. Yaşadığı zaman ve yaşam, insana tek başına yaşanmış hissi verse de, anlatımını başkalarıyla, çağla, dönemin egemen ideolojileriyle, yaşadığı coğrafyanın koşullarındaki sorunlarla ilişkilendirir. hafıza. Şiirleri okuyucunun düşünmesini engellerken, toplumsal hafıza alanına girmeye çalışır.
İnsan geçmişle olan bağını unutmak için direnirken, hafıza boyutunun karşılaştığı her unsur; ses, fotoğraf, duygu ve yüz anlara işlevsel bir boyut katıyor, bu nokta cümleler zihnin haritasını çiziyor. Aydın, haritasını oluştururken anılarından da uzak kalmıyor. Maurice Halbwachs, ‘Kolektif Bellek’ adlı kitabında, “Anılarımız genellikle kolektif kalır ve içinde bulunduğumuz olaylar ve yalnızca bizim gördüğümüz nesneler söz konusu olduğunda bile, yalnızca başkaları tarafından bize hatırlatılır” sözleriyle açıklamaya çalışır. Çünkü asla gerçekten yalnız değiliz.” ondan bahseder.
durmak
acılarına mitos besleyen kutsal bakire
şimdi senin mahremiyetine geliyorum
ve o pirupak teninde güneşe hasret
ilahi şehvetin boyun eğmez egemenliğini kutsasın.
elinle boğduğun nice selden
suyun süt gibi olduğu bir zamanda
Her zamanki gibi barışa geldin
Göğüslerinde bir sabi daha Habil ile olabilir.
İnandırıcılık kaybetmeden acıyı anlatmak değerlidir. İçinde yaşadığı toplumun dinamiklerini merkeze alan anlayışı, siyasi sınırlarla ölçülemeyen evrensel bir yaklaşım içindedir. ‘Lalistan’, kendisine dayatılanları kabul etmeyenlerin gölgesinde dolaşıyor. Metin bazen yaşadığı coğrafyanın hatırasına dönüşür. Aydın, ‘Lalistan’da bireysel duyguları ve toplumsal karmaşayı inkar etmez. İnsanoğlunun çatışmaları ve birbirini besleyen toplumun uzantısı ile işlenir. Oburun gösterdiği aynanın bulanıklığı muhtemelen bize doğru göstermediği için Aydın kendi bulanık aynasını temizlemeyi tercih eder ve Mustafa Aydoğan ile birlikte ‘Lalistan’ ile Kürtçe dönüş yolculuğunu yapar.